Cour européenne des droits de l'homme7 février 2002
Requête n°28496/95
E.K.
COUR EUROPEENNE DES DROITS DE L'HOMME
TROISIÈME SECTION
AFFAIRE E.K. c. TURQUIE
(Requête n° 28496/95)
ARRÊT
STRASBOURG
7 février 2002
Cet arrêt deviendra définitif dans les conditions définies à l'article 44 § 2 de la Convention. Il peut subir des retouches de forme.
En l'affaire E.K. c. Turquie,
La Cour européenne des Droits de l'Homme (troisième section), siégeant en une chambre composée de :
MM. G. Ress, président,
I. Cabral Barreto,
L. Caflisch,
B. Zupancic,
Mme H.S. Greve,
MM. K. Traja, juges,
F. Gölcüklü, juge ad hoc,
et de M. V. Berger, greffier de section,
Après en avoir délibéré en chambre du conseil les 28 novembre 2000 et 17 janvier 2002,
Rend l'arrêt que voici, adopté à cette dernière date :
PROCÉDURE
1. A l'origine de l'affaire se trouve une requête (n° 28496/95) dirigée contre la République de Turquie et dont une ressortissante de cet Etat, Mme E. K. (« la requérante »), avait saisi la Commission européenne des Droits de l'Homme (« la Commission ») le 17 juillet 1995 en vertu de l'ancien article 25 de la Convention de sauvegarde des Droits de l'Homme et des Libertés fondamentales (« la Convention »).
2. La requérante est représentée devant la Cour par Me Fatma Karakas, avocate à Istanbul. Le gouvernement turc (« le Gouvernement ») n'a pas désigné d'agent pour la procédure devant la Cour. Le président de la chambre a accédé à la demande de non-divulgation de son identité formulée par la requérante (article 47 § 3 du règlement).
3. La requête a pour objet d'obtenir une décision sur le point de savoir si les faits de la cause révèlent un manquement de l'Etat défendeur aux exigences des articles 6, 7, 9 et 10 de la Convention.
4. La requête a été transmise à la Cour le 1er novembre 1998, date d'entrée en vigueur du Protocole n° 11 à la Convention (article 5 § 2 du Protocole n° 11).
5. La requête a été attribuée à la troisième section de la Cour (article 52 § 1 du règlement). Au sein de celle-ci, la chambre chargée d'examiner l'affaire (article 27 § 1 de la Convention) a été constituée conformément à l'article 26 § 1 du règlement. A la suite du départ de M. R. Türmen, juge élu au titre de la Turquie (article 28), le Gouvernement a désigné M. F. Gölcüklü pour siéger en qualité de juge ad hoc (articles 27 § 2 de la Convention et 29 § 1 du règlement).
6. Par une décision du 28 novembre 2000, la chambre a déclaré la requête recevable.
7. Ni la requérante ni le Gouvernement n'ont déposé d'observations écrites complémentaires sur le fond de l'affaire (article 59 § 1 du règlement). La Cour a décidé après consultation des parties qu'il n'y avait pas lieu de tenir une audience consacrée au fond de l'affaire (article 59 § 2 in fine du règlement).
8. Le 1er novembre 2001, la Cour a recomposé ses sections (article 25 § 1 du règlement). La présente requête a été attribuée à la troisième section ainsi remaniée (article 52 § 1).
EN FAIT
I. LES CIRCONSTANCES DE L'ESPÈCE
9. Citoyenne turque née en 1959, la requérante réside à Istanbul. Elle est avocate et propriétaire de la maison d'édition Doz Basin Yayin Ltd Sti (ci-après « la Doz »).
10. La requérante signa, en qualité de secrétaire de la section d'Istanbul de l'Association des Droits de l'Homme, un article intitulé « Dünyanin Kürt Halkina Borcu var » (« Le monde a une dette envers le peuple kurde ») paru dans le numéro du 14 juin 1993 du quotidien Özgür Gündem, publié à Istanbul. Cet article fut l'objet de la première poursuite pénale (A).
11. Par ailleurs, en octobre 1992, la Doz, dont la requérante était l'éditrice, publia un livre intitulé Uluslararasi Paris Kürt Konferansi : Kürtler, Insan haklari ve Kültürel Kimlik (La conférence internationale de Paris : les Kurdes, droits de l'homme et identité culturelle). Un article intitulé « Türk Hapishanelerindeki Durum » (« Les conditions dans les prisons turques ») et paru dans le livre en question fut l'objet de la seconde poursuite pénale (B).
A. Procédure pénale portant sur l'article intitulé « Le monde a une dette envers le peuple kurde »
1. L'article litigieux
12. Le texte intégral de l'article publié dans le quotidien Özgür Gündem se lit ainsi :
Dünyanin Kürt Halkina Borcu var !
Belçika Parlamentosuna sunulan teblig :
Türkiye'nin Güneydogu'sunda, Kürdistan'da 10 yildir bir savas devam ediyor. Bu savas basladigindan bu yana binlerce sivil Kürt insani ile Kürt gerilla ve Türk askeri yasamlarini yitirdi. Devlet her ne kadar savas gerçegini kabul etmese de sivil halka yönelik vahsi bir savasi devam ettirmis ve gerekçeyi de Terörü yok etmek olarak göstermeye çalismistir.
10 yildir birçok sivil Kürt insani ve aydininin kontr-gerilla yöntemleri ile katledilmesine neden olan ve devletin gizli ve açik tüm güçleri ile Kürdistan'i kan gölüne çevirdigi bu savasta savasin taraflanidna birisi olan PKK (Partiya Karkeren Kurdistan) 17 Mart 1993'te tek tarafli ateskes ilan etti. Ateskes süreli idi. 15 Nisan'a kadar sürecek bu ateskes açiklamasinda, Kürdistan sorununa siyasal çözüm olanaklarinin yaratilmasi istenmisti. Ancak Devlet, türkiye ve Dünya demokratik kamuoyunun varligini kabul ettigi, ancak kendisinin adini anmaktan kaçindigi bu savasi devam ettirmistir.
Savasi devam ettirirken de savass kurallarina uymamis ve sivil halka yönelik vahsice saldirilara devam etmistir. Ayrica ateskes ilanina uygun davranan PKK gerillalari kursuna dizilmis, iskence ile öldürülmüs, hatta akil almaz biçimde cesetlerine iskence yapilmistir.
Buna ragmen Kürt tarafi siyasi çözüm önerilerini tekrarlayarak, 15 Nisan'dan itibaren ateskesi süresiz uzatmistir. Bu ikinci süreçte de Kürdistan'da vahsice katliamlar, köy bosaltmalar devam etmistir.
Ateskes sürecinde devletin tavrini iyi ve dogru degerlendirebilmek için Türkiye Cumhuriyeti'nin yapilanma sürecini incelemek gerekir.
T.C. devleti Osmanli Imparatorlugu'ndan sonraki bir Ulus Devlet yaratma amaciyla dogdu. Devletin yapilanmasinda bir numarali isim olan Mustafa Kemal baslangiçta, 1920 yilinda Meclis-i Mebusan'da kabul edilen Misak-i Milli'nin Kürtler ve Türklerin birlikte yasadigi yer oldugunu söylüyordu.
Oysa bizler 1915-1925 yillari arasinda Ortadogu'da Kürdistan'in bölünmesi, parçalanmasi ve paylasilmasi sürecini iyi degerlendirebilmeliyiz.
Mustafa Kemal liderligindeki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kendi yapilanmasinda belirli bir rahatlik sagladiktan sonra Kürt varligini inkar etmistir. Devlet var gücüyle Kürt diye bir varligin olmadigini ispatlama çalismalarina girmistir. Kürtlerin Türk oldugu ve tarihte Kürt diye bilinen bir ulusun yasamadigi hakkinda devlet tarihçilerine sahte bir tarih yazdirmaya koyuldular. Bu arada, Kürdistan'daki tüm köylerin isimleri degistirildi, yerlerin Türkçe isimler koyuldu. Kürtlerin çocuklarina Kürtçe isimler koymalari yasaklandi. Ve Kürdistan ayri yasalar ile yönetilmeye baslandi. Tunceli Kanunu, Sekaver Kanunu, Zorunlu Insan Kanunu, Istiklal Mahkemeleri Kanunu gibi özel kanunlar çikarildi.
Birçok Kürt insani Istiklal Mahkemeleri'nde kendilerini savunma hakki dahi verilmeden idam edildiler. Bu süreç hiç ara vermeden devam etti. Bugün de devam ediyor, bugün de dün gibi Kürdistan'da katliamlar bitmiyor.
Kürt demek, Kürdistan demek hala yasak. Bu kelimeleri kullanan tüm muhalifler 3713 sayili Terörle Mücadele Yasasi'nin 8. maddesinden yargilanip mahkum ediliyorlar. Iddianamelerdeki suç tanimlamasi hiç degismiyor. Ülkemizin bir bölümünü Kürdistan, bazi vatandaslarimizi Kürt olarak isimlendirmek. Devlet ise gerçeklerden kaçmaya devam ederek Türkiye'de yasayan herkes Türk'tür gibi irkçi-soven mantigi devam ettiriyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurulusu ile birlikte, Kürdistan'da birçok Kürt insani katledildi. Agri, Dersim, Zilan katliamlari hala dün gibi aci vererek belleklerimizde.
Dün Dersim'de annesinin memesini emerken katledilen bebek ile Halepçe'de Saddam'in bombasi ile ve Sirnak'ta devlet güçlerinin açtigi ates ile ölen Kürt bebegin yazgisi aynidir.
Batili güçler ne Dersim, ne Halepçe ne de Sirnak'a gereken tepkiyi göstermislerdir.
Dersim'in üzerinden .... Yila yakin bir süre geçmesine ragmen yeni Dersim'ler hergün yasamaktadir. Iste ateskes sürecini bu belirlemelerden sonra daha iyi degerlendirebiliriz diye düsünüyorum.
Insan Haklari Dernegi diyarbakir Subesi 20 Mart 20 Mayis tarihlerinde tek tarafli ilan edilen ateskese uymayan devlet güçlerinin saldirilari sonucu meydana gelen olaylari bir rapor ile kamuoyuna açikladi.
Ateskes sonrasi insan haklari adi verilen rapora göre sözkonusu yillar arasinda 105 kisi yasamini yitirirken, 44 köy ve mezra bosaltildi. Ölenlerin bir bölümü sivil, 70 de gerilla idi.
Sivil halktan yasamini yitirenlerin isimleri sunlar:
Mehdi Duyar (20 Mart, Cizre), Faik Aslan (20 Mart, Silvan), Haci Ibrahim Dilek (20 Mart, Yolagzi), Behçet Ekinci (24 Mart, Tatvan, Asagi Ölek Köyü), Abdülmelaf Kaya (25 Mart, Lice), Ziver ve Mahmut Aydin (28 Mart, Nusaybin, Tepeüstü Köyü), Seyh Davut Yalçinkaya ve Abdulhalim Yalçinkaya (10 Nisan, Kiziltepe), Seyfi Aslan (11 Nisan, Nusaybin), Ahmet Sahin (18 Nisan, Hazro, gözaltinda kayip), Alihan Han (20 Nisan, Diyarbakir), Halil Pokeçer (23 Nisan, Batman), Ali Riza Aytekin (24 Nisan, Silvan), Ibrahim Akengin (29 Nisan, Dicle), Nuri Celegi (3 Mayis, Bismil), Arif Aydin (3 Mayis, Kozluk), Haci Özdemir, Ridvan Berkan (6 Mayis, Nusaybin, Bakacik Köyü), Fadime Güler (7 Mayis, Agri, Gülaçar Köyü, kayip), Gürbüz Bayindir (7 Mayis, Idil), Mehmet Çelik (9 Mayis, Viransehir, Kirli karakolu), Kutbettin Tekin (11 Mayis, Bismil), Hamit Iris (Urfa, Siverek), Naim Aslan (19 Mayis, Hakkari, Yüksekova), Hüsnü Kaya, Zübeyde Kaya, Gülizar Kaya (23 Mayis, Mardin, Ömerli).
Ateskes sürecinde devletin cezaevlerinde baskilari artti. Siyasi tutuklu ve hükümlülerin bulundugu tüm cezaevlerinde hak gasplari, sürgünler devam etti. Birçok cezaevinde açik grevleri yasandi. Mus cezaevinde PKK davasindan hükümlü bir tutsak açik grevinde yasamini yitirdi. Diyarbakir, Urfa cezaevlerinde tutuklulara iskence yapildi. Elazig, Mardin, Nevsehir, Buca, Malatya, Diyarbakir cezaevlerinde açlik grevleri uzun süre devam etti. Bu arada PKK'nin tek tarafli ateskes ilani üzerine Insan Haklari Dernegi, bazi Türk ve Kürt aydinlari biraraya gelerek Kürt Sorunu Kurultayi düzenlemeye karar verdiler. 26-27-28 Haziran'da Ankara'da düzenlenecek bu Kurultay'da Kürdistan sorununa barisçi ve demokratik çözüm arayislari seslendirilecektir.
Ekip öncelikle Kürdistan'a bir heyet gönderme karari aldi. IHD Genel Sekreteri Hüsnü Öndül, Siirt HEP milletvekili Zübeyir Aydar, aydinlardan ise, Prof. Dr. Coskun Özdemir, Tarik Ziya Ekinci, Hüsnü Okçuoglu ve Prof. Dr. Gencay Gürsoy'dan olusan heyet 23-25 Nisan tarihleri arasinda Diyarbakir merkez, Dicle, Lice, Kulp ve Bismil ilçelerinde ateskesin gidisatini incelemek üzere bulundu. Heyet, gezisinin 3. gününde Bismil'in Tepecik köyünde silahli jandarmalarca karsilanmis, köy korucusu muhtar Semsettin Günes ile korucu Izzettin Çelebi'nin açtiklari ates altinda kalmislardir. Ayrica Semsettin Günes, heyet üyelerinden Tarik Ziya Ekinci ve Zübeyir Aydar'a yumrukla fiili saldirida bulunmustur.
Heyet, raporunda, ateskes sürecinde kendi izlenimlerini degerlendirmis ve Kürdistan'da Diyarbakir ve ilçelerinde PKK'nin tek tarafli ilan ettigi ateskes kararina ciddiyet ile uydugunu ancak, devlet güçlerinin köylülere yönelik yildirma, baski, iskence, evlerin yakilip yikilmasi ve köy bosaltilmasi biçimindeki operasyonlarini ateskesten sonra da ayni hizla sürdürdügünün gözlendigini açiklamistir.
Heyet, ayni raporda, köylülerin koruculuga zorlandigini, güvenlik güçlerinin de koruculari açikça destekledigini ifade etmistir.
PKK'nin tek tarafli ateskes ilanindan sonra açiklamaya çalistigimiz gelismeler yasandi. PKK kendi ilan ettigi ateskese uygun davrandi. Devlet ise saldirilarini durdurmadi. Ve sonra da, 25 Mayis 1993 günü Bingöl'de PKK 'nin tek tarafli ilan ettigi ateskes yara aldi. 33 Türk askeri PKK'li gerillalarca öldürüldü. O güne kadar ateskesi kabul etmeyen devlet, kendi sözcülügünü yapan yayin organlariyla Barisa darbe vuruldu diyerek halki yaniltmayi amaçladi. Oysa sagduyulu tüm insanlar biliyordu ki, bugün Kürdistan'da akan kanin tek sorumlusu Türkiye Cumhuriyeti devletidir.
Gerçekten barisi isteyenler ise, basi ezilerek, vahsice katledilen gerilla Hüseyin Matur için aci duyarken, Bingöl'de öldürülen asker Ahmet Apak için de üzülenlerdir. Ancak bu bir savastir. Üzücüdür ama savasta insanlar ölür. Savasin Kürt tarafi baris ve siyasi çözüm elini uzatmistir, artik is Türk tarafindadir. T.C taraf olarak ayni biçimde davranmaya devam ederse yeni ölümlerin, yeni acilarin önü alinmayacaktir.
Kürt halki on yillardir baski ve katliamlarin acisi içinde, kimligine sahip olmanin mücadelesini veriyor. Bu mücadelede binlerce insanini yitirdi. Kendi dilini konustugu için iskence gördü, öldürüldü. Ama artik özgür olmak istiyor.
VE DÜNYANIN KÜRT HALKINA BORCU VAR!
Bizler tüm uluslardan insan haklari savunucularini Kürt halkinin varliginin taninmasi, katliamlara son verilmesi, siyasi çözüm olanaklarinin yaratilmasi konusunda Türkiye'ye demokratik baski uygulamaya çagiriyoruz.
< traduction >
« Le monde a une dette envers le peuple kurde !
L'exposé présenté au Parlement de Belgique :
Au sud-est de la Turquie, au Kurdistan, une guerre dure depuis dix ans. Depuis que cette guerre a commencé, des milliers de Kurdes, des guérilleros kurdes et des soldats turcs ont perdu la vie. Malgré son refus de reconnaître la réalité de guerre, l'Etat a continué de mener une guerre sauvage contre les civils et a cherché à la justifier pour « en finir avec le terrorisme ».
Dans cette guerre qui a causé l'assassinat de plusieurs Kurdes et d'intellectuels par des méthodes de contre-guérilleros et durant laquelle l'Etat a transformé le Kurdistan en un lac de sang avec ses forces secrètes et légales, le PKK faisant partie de cette guerre a déclaré un cessez-le-feu unilatéral en date du 17 mars 1993. Le cessez-le-feu était limité dans le temps. Dans la déclaration du cessez-le-feu, il est demandé que les conditions d'une solution pacifique au problème kurde soient créées. Cependant, l'Etat a continué à mener cette guerre dont l'existence est acceptée par l'opinion publique démocratique de Turquie et du monde, toutefois niée par [l'Etat].
En poursuivant la guerre, [l'Etat] n'a pas obéi aux règles de la guerre et a continué [à perpétrer] les agressions barbares contre la population civile. Par ailleurs, se conformant aux règles imposées par le cessez-le-feu, les guérilleros ont été mitraillés, tués suite à des tortures, même leurs cadavres ont été torturés de manière irrationnelle.